Son yıllarda dünya ekonomisinde önemli bir rol oynayan Çin, bugünlerde pek çok analizci ve ekonomist için tartışma konusu haline gelmiş durumda. Çin ekonomisinin büyüme hızı yavaşlarken, aynı zamanda işsizlik oranları artmakta ve büyük şirketlerin iflasları gündeme gelmektedir. Bu durum, hem iç piyasa hem de uluslararası ilişkiler açısından ciddi sonuçlar doğurabilir. İşte, Çin ekonomisinin olası bir uçurumun kenarında olduğu eleştirilerini derinlemesine incelemek için bazı temel faktörleri ve olası senaryoları ele alacağız.
Çin’in ekonomisinde yaşanan durgunluğun ardında pek çok faktör bulunmaktadır. Öncelikle, Covid-19 pandemisinin etkileri hâlâ devam ediyor. 2020 yılı itibarıyla tüm dünyada olduğu gibi Çin’de de sert yaşam koşulları ve kısıtlamaların uygulanması, karantinalar ve sosyal mesafe kuralları, ekonomiyi derinden sarstı. Sanayi üretimi ve ticaret artık eski hızında ilerlemiyor. Bunun kardeş etkisi olarak, ihracatın azalması ve bunun sonucunda da işsizlik oranlarındaki artış kaçınılmaz hale geldi.
Öte yandan, gayrimenkul sektöründe yaşanan büyük çöküş de dikkat çeken bir diğer olay. Evergrande gibi dev inşaat şirketlerinin iflasları, sektörel istikrarsızlığı beraberinde getirirken, ev fiyatlarında düşüşler ve inşaat projelerinin durma noktasına gelmesi, halkın güvenini sarsan önemli unsurlar arasında yer almakta. Aynı zamanda, Çin’in uzun vadeli büyüme hedeflerine ulaşmak için gerekli yapısal reformları gerçekleştirmekte zorlandığı da açıkça görülmektedir. Devlete ait şirketlerin hantal yapıları, özel sektör yatırımlarında azalmaya sebep olmakta ve inovasyona engel teşkil etmektedir.
Çin’in ekonomisindeki bu geri gidiş sadece yerel halkı değil, dünya genelindeki ülkeleri de doğrudan etkilemektedir. Ticaret savaşları, özellikle ABD ile süregelen gergin ilişkiler, Çin’in dış ticaretini ve küresel ekonomik pozisyonunu olumsuz etkiliyor. Yüksek gümrük tarifeleri, Çin’in ihraç ettiği ürünlerin maliyetlerini artırırken, diğer ülkelerde daha ucuz alternatiflerin tercih edilmesine neden oluyor. Bu durum, Çin’in ihracatını ve dolayısıyla ekonomik büyümesini kısıtlayan önemli bir faktör haline gelmiştir.
Ayrıca, Avrupa’daki enerji krizi ve tedarik zinciri sorunları, Çin’in üretim kapasitesini de etkilemektedir. Enerji maliyetlerindeki artış ve tedarik zincirindeki bozulmalar, Çin’in enerji bağımlılığını daha da derinleştirirken, ekonomik büyüme hedeflerini gerçekleştirmekte büyük bir engel teşkil ediyor. Bu noktada, Çin hükümetinin krizle başa çıkmak için gerçekleştirmesi gereken yapısal değişiklikler ve reformlar bulunuyor. Ancak, bu reformların uygulanabilirliği ve etkinliği konusunda hâlâ belirsizlikler mevcut.
Sonuç olarak, Çin ekonomisinin uçurum kenarında olduğu ve ciddi sorunlarla başa çıkmakta zorlandığı açık bir gerçektir. Gelişmeler, hem iç dinamikler hem de uluslararası ilişkiler göz önüne alındığında dikkatlice izlenmelidir. Eğer bu sorunlar ivedilikle ele alınmazsa, Çin’in nihai amacı olan sürdürülebilir bir ekonomik büyüme hedefine ulaşma şansı giderek azalabilir. Hal böyle olunca, dünya ekonomisi üzerinde de büyük etkiler yaratarak global dengesizliklerin ve belirsizliklerin artmasına neden olabilir.